Ülkemizin Temel Sorunu İşsizlik

Ülkemizin Temel Sorunu İşsizlik

İşadamını içine alan sosyal ve iktisadi şartlar içinde, doğadaki canlılar arasında akıl gücünden yaratıcılık sağlayan, çevresini değiştirip, geliştiren tek varlık insandır.

Topluluk yaşamı içerisinde varlığını sürdüren insan, çağdaş düzeye erişebilmek için ekonomik şartlarla sürekli mücadele ederek, sosyal güvence içerisinde yaşamak ister. Özellikle demokratik ülkelerde, benimsenen temel politikalar halkın ekonomik gücünü artırarak sosyal güvence içinde yaşamasını sağlamak üzerine kuruludur.

Günümüzde, ekonomik büyümeyle, istihdam çözümlü gelişme sağlamayı amaçlayan politika ve çabalara rağmen işsizlik konusu özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin başını ağrıtan sorunlardan en önemlisi olduğu gibi toplumsal huzuru tehdit eden terör ve diğer birçok konudaki sosyal tehlikelerin de kaynağını teşkil etmektedir.

Geçtiğimiz yüzyıl sonlarına kadar iş gücü açığı yaşayan batı Avrupa ülkelerinde sanayi üretimi üzerine kurulu ekonomilerin artık emek yoğun olmayan teknoloji ve bilişim ağırlıklı üretim faaliyetlerine yönelmesiyle, iş gücü talebi de giderek azalarak, arz fazlası sorunu yaşanmaya başlanmıştır.

İkinci dünya savaşı sonrası iş gücü ihtiyacını az gelişmiş ülkelerden sağlayan söz konusu bu ülkelerde bile, artık iş gücü açığının yerini sosyal politikaları zorlayan istihdam fazlası almaya başlamış, yakın zamana kadar gelişmemiş ülkelerin sorunu olan işsizlik artık Avrupa’nın da gündemini işgal eden birinci öncelikteki sorun haline gelmiştir.

Son küresel ekonomik krizin yaratmış olduğu koşullara maruz kalan batı ülkelerinde uygulanan sosyal politikalar, şimdilik mevcut işsizliği izole etse de, ekonomilerin yavaşlama gösterip, hatta eksi büyüme sürecine girmesiyle son dönemde artan işsizlik, diğer ülkelerle birlikte batı Avrupa’yı da derinden düşündüren öncelikli konu haline gelmiştir.

Ülkemizin kalkınma sürecine paralel artış gösteren işsizlik, Avrupa’nın aksine bizim için bu günün sorunu değil, kronikleştikçe sonuçlarına adeta alıştığımız, yıllık ekonomik gelişme Trendinin üzerinde seyir izleyen yapısal bir sorundur. Planlı kalkınma döneminden daha gerilere giderek baktığımızda sonuçlar bu vurguyu doğrulayacaktır.

İkinci Dünya savaşının enkazı altında kalan Almanya’nın altmış yıl önceki işçi talebi bizi mutlu etmeye yettiği gibi ulusal silkinişle, sarıldıkları modern kalkınma modeli ne yazık ki bizim uyanmamıza yetmemiş ki; onlar yıkılmış Almanya küllerinden Avrupa devi yaratıp, düşüşe geçtikleri dönemde bile biz işsizlikle mücadelenin zayıf tarafındayız.

En büyük faktör olan ekonomik gelişme yetersizliğinin yanı sıra siyasal iktidarların yanlış politikalarıyla üstesinden bir türlü gelinemeyen işsizlik; ulusal güvenliği tehdit eden terör belası başta olmak üzere doğrudan ve dolaylı sosyal tehlikeleri bertaraf etmeyi amaçlayan kaynak sarfiyatının da başlıca nedeni olarak süregelmiştir.

Üretim yatırımlarına kaynak ayrılamayan ülkemizde, 38 yaşındaki çalışanları emekliye özendirerek, genç yaşta emekli ordusu yaratan siyasal politikalar, bugün çalışan nüfusun sigorta kesintileriyle karşılanamayacak boyutta sosyal güvenlik açığına neden olurken, işsizliğe çare olacak kaynağın her yıl artan oranda, terörle mücadeleye ayrılması, işsizlik sorununun gelecekte azalmayıp aksine ağırlaşacağını göstermektedir.

Eğer geçmişte iktidarlar kısa vadeli politikalarla çarçur ettikleri ülke kaynaklarını çoğaltacak doğru kalkınma perspektifleri geliştirselerdi, bugün sosyal devlet ilkesi bu kadar zedelenmez, terörle mücadeleye harcanan kaynak, yüzde %20’lere dayanmış olan işsizlik artışını önlemeye fazlasıyla yeterdi.

İktidarları da tıpkı iktisadi ve sosyal politikaları gibi kısa ömürlü olan gelmiş geçmiş hükümetler, yeni istihdam alanları yaratmak yerine bir taraftan kendilerine oy deposu gördükleri nüfus artışını teşvik ederken diğer taraftan da aksine üretim alanlarını daraltmış, işsizlik yelkenine rüzgâr üreten kolaycılığa gitmişlerdir.

Ülke yönetimleri için kalkınma hedefine ulaşmanın sorumluluğu ulusal bağımsızlığın korunması kadar önemli ve önceliklidir. Ancak ulusal kalkınmayı amaçlayan politika ve çabaların temeli, ülke gerçekleriyle örtüşen, toplumsal iradeyle yürütülecek uzun vadeli planlamalara dayanmadığı sürece varış noktanız kalkınma değil, toplumsal umut ve değerleri tüketen işsizlik, fakirlik ve sosyal sorunlarla boğuşacağınız yer olacaktır. Ekonomi kanun ve mantığının yerine kısa vadeli sosyal eğilim, beklenti ve tatmine bağladığınız yol, sizi işsizlik başta olmak üzere kendi ürettiğiniz ve yenemeyeceğiniz sosyal hastalıklara götürür.

Çağdaş medeniyeti benimsemiş bir ülkenin nüfus sayısı ekonomik kaynaklarıyla orantılı olmalı, siyasal iktidarlar da bu orantıyı sağlayacak nüfus politikasını işletip geliştirecek yönetim basiret ve tutarlılığı ortaya koymalıdır. Ekonomik kaynaklarının üzerinde nüfusa sahip olma heves ve egosunu yenemeyen toplumlara yön tayin eden hesapsız siyasetçiler, onları sosyal ve iktisadi sorunlarla iç içe yaşama mecburiyetinden kurtaramazlar. Çünkü besleyemeyeceği nüfusa sahip bir ülkenin kalkınmasını sağlayacak, işsizliğini azaltacak, vatandaşını refaha kavuşturacak ekonomik model henüz Dünyada keşfedilmemiştir.

Bugün resmi rakamlara göre yüzde 14 ama TUİK ıskontosu öncesi yüzde %22’ler de seyreden işsizlik, önemli riskleri beraberinde getiren ulusal sorundur. Neredeyse her dört gençten birinin işsiz olması çarpıcı bir sonuçtur.

Geçtiğimiz yıl olduğu gibi içinde bulunduğumuz 2010 yılında da (eksi yüzde 3.7) daralma gerçekleşecek olan ekonomide aksine en yüksek oranda (yüzde 6.5) büyüme gerçekleşse bile işsizlik oranlarındaki artışla büyüme arasında işsizlik lehine sonuç ortaya çıkmaktadır. Kendimizi kriz aldatmacasıyla kandırmayalım, soruna yapısal pencereden bakmak zorundayız. Durumumuz, işsizliği düşürecek kısa dönemli çözümlerin imkânsızlığına işaret ettiği gibi

Kamu ihtiyacını bir kenara koyarsak, emek yoğun sektörlerdeki faaliyet ve model değişiminin eğitimli, vasıflı ve yüksek üretim kabiliyetine sahip personel talebine dönük olduğu düşünülürse; iş gücü kapasitemizle iş alanlarındaki ihtiyacın bir biriyle örtüşmeyen çelişkisinin ayrıca insan yapımızla, eğitim sistemimizi içine alan analiz gerektirdiğini anlamış oluruz.

Hızla artan rekabetin üretimde verimliliği mutlak kılan şartları, işletmeleri baskı uygulanacak maliyet unsurları arasında ilk sırada yer alan iş gücü maliyetini düşürmeye mecbur ederken, ülkede iş arayanların yarısından fazlasının mesleksiz ve katma değer yaratacak vasıflardan uzak olduğunu hesaba katıp, istihdam alanı yaratmanın ötesinde planlamaya gidilmesi gereğini unutmayalım.

Üretim yatırımlarından kaçan girişimcilerin vakıf kılıfında Kamufle olmuş örtülü büyüme iştahlarıyla ardı ardına açılan ülke kapasitesinin çok üzerindeki Üniversitelerin, piyasanın ihtiyacından uzak, bölümlerinden mezun gençlerle bugün tarımsal üretimin içinde olması gerekirken kentlere göç ettirip, işsiz ordusuna kattığınız köylü gençlerin iş piyasasındaki geçerliliği, istihdam sorunu içerisinde ayrıca analiz edilmelidir. Çoğu efektif sektör ve iş kollarında kalifiye eleman sorunu yaşanırken yetişmiş personelin dışındakilerin iş bulması hemen, hemen imkânsız çoğunluktaki gençlerin durumu doğru analiz edilmelidir.

Bir ülkenin ekonomik büyüme rakamlarıyla işsizlik verileri arasındaki oran, işsizlik adına çaresizlik sinyali içeriyorsa, elindeki varlıkları çarçur ederek, ekonomiden çekilmiş devletin bir taraftan savurgan harcama delikleri açarken, diğer taraftan kamu personeli ihtiyacı yaratan politikasıyla ağırlaştırdığı işsizlik sorunu, kamu maliyesine vergi üretmekten beli bükülmüş serbest teşebbüs yatırımlarıyla çözülemez.

Devletin istihdam sorununa çözüm yaklaşımının ciddi olabilmesi için önce köklü bir “İstihdam Politikası” olması gerekir. Ne yazık ki, çevresinde en yüksek işsizlik oranına sahip ülkemizde istihdam politikası olmadığı gibi nüfus profili ve ekonomik kaynaklarıyla uyumlu, Konjonktür gerçeklerle örtüşen doğru bir kalkınma modeli de yoktur.

Daha iç ve dış piyasa için üretim planlamasından yoksun, ekonomideki sektörlerin hangi vasıf ve eğitimde eleman ihtiyacını planlayacak iktisadi ve işletmecilik mantığından uzak devlet anlayışıyla,

İş dünyasının gelişme ve gerçeğine sırtını dönüp, diploma dağıtımını seri üretime bağlamış Üniversite anlayışıyla,

Üretim ekonomisinden umudunu kesip, bölgesel gelişmesini öğrenci tüketimine bağlamış kent ve kasaba yönetici ve halkının iş birliğinde gelmiş olduğumuz bu nokta şaşırtıcı olmamakla birlikte bundan sorası kısır döngüden ibaret, daha sonrası ise düşünülmesi bile ürküntü veren sosyal felakettir.

Çünkü

İşsizliğe üretim artışı ve ekonomik büyümeyi sağlayacak yatırımların teşvik edilmesi ve artırılmasıyla çare bulunur.

  • Ekonomik kalkınma yetersizliğinin ürettiği işsizliğe, sağlam gelir kaynaklarından yoksun salt finansman bütçesiyle çare üretemezsiniz.
  • Ekonomiden çekilirken ulusal işletmelerini, birilerini zengin ederek, karşılığı olmayan gedikleri kapatmak için satmanın ayıbını özelleştirme kılıfına sokup, özel teşebbüsü de üretim ekonomisinden soğutup, ticaret ve hizmet sektörlerine teşvik ederek, arkasından sürükleyen devlet anlayışıyla işsizlik sorunu çözülemez.
  • Tarımda üretim bitti, ülke nüfusunun üçte birini gizlenmiş eden tarım alanlarında ekilip, biçilecek ürün kalmadı, tarım işçisi kentin varoşlarında, açlık sınırının altında yaşayan, kalabalık içerisinde, vakıf Üniversiteleriyle açılma yarışındaki tek sektör olan kahvehanelerde zaman tüketip, devletimizin işsizliğe getireceği çareyi beklemektedir.
  • Emeğini harcadığı ahırında beslediği hayvanları çoğaltıp, sessiz üretimle, piyasaya sürerek, et ve süt fiyatlarında denge sağlayan köylü Mehmetleri TOKİ imalatının görkemli, içi boş, dışı boyalı binalarıyla kentlileştirdiğiniz için işsizliğe harcanacak enerji ve Eforu, kasapları ıslah edecek dördüncü Murat çözümlerinde sarf ederek işsizliği çözemezsiniz.
  • Türkiye’nin nüfusu kırk milyon iken sahip olduğu büyük ve küçükbaş hayvan sayısıyla, yetmiş milyon nüfusa ulaştığında sahip olduğu hayvan sayısını karşılaştıracak hesabı ıskalarsanız, Eforunuzun değeri köylü Mehmet’in yaptığı işin değeriyle eşitlenir.
  • Filistin’le savaş halindeki İsrail ordusu Dünya’da en fazla Patent alan ordu unvanı kazanırken, Üniversiteleriyle, meslek kuruluşlarıyla ve sivil toplum örgütleriyle, patent hak ve buluşlarında en gerilerdeki ülkenin Başbakan’ının One munite’iyle haz bulacak çoğunluktaki toplum iradesiyle de işsizlik çözülemez.
  • Haki yakasından paçasından bilgisizlik, birikimsizlik ve yönetim acizliği akarken, “Güçlü orduyu Güçlü Türkiye’nin üzerinde gören, sivil Savcı karşısında bacakları çözülen, bol sırmalı Generalleriyle halkın açlığına rağmen üç milyar dolarlık yeni tank, tüfek aldıran memleket ordusu da işsizlik artışının tarafında yer aldığı için işsizliğin çözümü imkânsızdır.
  • Üretim ekonomisinin yerini alan tüketim ekonomisinin, sermaye tasarrufunu yetersiz ve hatta imkânsız hale getirdiği bir ülkede, kamu adına toplanan vergi gelirlerinin; (özelleştirilecek varlık muhtemelen yakın zamanda kalmayacak) günde 155 milyon, ayda 4,6 milyar, yılda 56 milyar lirası faize giderse, (vergi gelirlerine oranı % 66)

71 milyar lirası kamu personel maaş ve sigorta ödemelerine giderse,

57.7 milyar lirası da sosyal güvenlik ödemelerine giderse (31 milyar lirası SG açığı) hangi kaynakla ve hangi çareyle işsizliğin çözümüne takat kalır, buna siz karar verin.

Sonuç Ve Çözüm

Türkiye’nin işsizlik sorunu; doksan yıldır aşılamayan kalkınma sorunu içerisinde ele alınması gereken, ileride daha ağırlaşacak kronik sorundur.

Kapsamlı bir ekonomik model geliştirerek, artık iyice atıl ve kıt hale getirdiğimiz ülke kaynaklarını doğru ve uzun vadeli programlarla geliştirip, verimlilik üzerine kurulu tasarruf ve üretkenlik iradesiyle, iç dinamiklerimizi hareketlendirmeden işsizlik sorunu çözülemez.

Çünkü memleket krize düştüğünde Başbakanlık önünde yazar kasasını parçalayan esnafın feryadını umursamayan zihniyetle, on yıl sonra açım diye bağıran köylüye zılgıt çeken zihniyet aynı olup, ekonomik gelişme tarafında değişen bir şey yoktur.

Değişen sadece iki şey vardır:

1) Ülke kaynakları ve gelirleri artmadığı halde, Forbes dergisinin sıralamasında serveti yükselen zengin sayımız,

2) yoksulluk ve açlık sınırının altına düşen nüfus sayımız.

Bunlara da Türk milleti ziyadesiyle alışıktır zaten. Yeter ki, Dünyanın hayran olduğu liderlerinin güçlü Türkiye hayalini gerçekleştirecek nüfus sayısına ulaşmak için çocuk sayısını üçlemeyi ihmal etmesinler.

Ancak üç çocuk muradına ereceklerin, Tanrıdan aç kalmama teminatı istemeleri de benim tavsiyemdir. Çünkü şimdi her dört gençten birisi işsizken, yakında her üç gençten biri işsiz gezecektir.

İşsizlik sorununa çözüm önerime gelince:

  • Üretimi daralt, ticarete Ranta bak, kamu mallarını sat, sesini yükselteni içeri at.
  • Yiyecek et, kalmadığında, kasaplara zılgıt çek, ithalat kapısını aç.
  • Kredi kolik vatandaşını tüketime yönelt, çocuk üretimini seriye tak, tarlaları arsaya çevir konut yap, yüz lira taksitle TOKİ den anahtar sat.
  • Tahvil bono ihraç et, Duble yollar aç, Bankaları yabancıya sat, kazançlarına kazanç kat, faize, Mercedes’e, tanka, topa para yetmediğinde sigaraya, içkiye, iletişime vergi ihdas et.
  • Yurt dışından buğday, pirinç, şeker, mısır, peynir et ithal et.

Böylece; Büyüme sağlanır, enflasyon düşer, gelir dağılımı artar, cari denge düzelir, adalet sistemi modernleşir, eğitimin kalitesi artar, sağlık sorunu azalır, sosyal adalet sağlanır, ordumuz güçlenir.

Büyüyen, gelişen Türkiye’nin kalkınma sorunu da, işsizlik sorunu da kendiliğinden çözülmüş olur.

Doç. Dr. Feyzullah AYADENK

Paylaş Facebook Twitter E-Mail Whatsapp
Bize Ulaşın

Oteliniz Çağrı Danışmanlığı Hizmeti istekleriniz için bizlere ulaşabilirsiniz...