Avrupa Birliği Yolunda Türkiye

Avrupa birliği

Hızla devam eden küreselleşmenin yaratmış olduğu şartlar ekonomi başta olmak üzere birçok alanda ülkeler arasındaki entegrasyona büyük hız kazandırmıştır.

Küresel entegrasyon; geçtiğimiz yüz da meydana gelen en büyük iki savaşa sahne olan Avrupa kıtasında savaş sonrası yüksek gelişme hızı elde etmiş ülkeler arasında ekonomik yararların kaynaklık ettiği entegrasyon Avrupa birliğini teşkil eden ülkelere sınırlar ötesi güç ve kazanımlar sağlarken kıta içerisinde ki diğer gelişmekte olan ülkeler için de nihai hedef haline gelmiştir.

Bilgi çağının getirdiği yenilikler ve değişimlerle, ülkeler arasında ekonomik ve sosyal kriterlere bağlanmış bir entegrasyonun ulusal sınırların ötesinde yararlar içeren ufuklar açtığı kavranmış ve anlaşılmış bir gerçektir. Var oluş perspektifi çağdaş uygarlıktan yana olan her ülke için ulusal değerlerini zedelemeyen bir Avrupa bütünleşmesinin gereği hiçbir zaman göz ardı edilemez.

Ne var ki; Türkiye için neredeyse yarım yüz yıldır bir pazarlık ve yaptırım sürecine dönüşen zamanda, bizi Avrupa birliğine yaklaştıran çabalar karşısında mesafeleri gün geçtikçe yeniden açmaya çalışan reaksiyonlar arasında derinleşmekte olan çelişkiler,

Ulusal duyarlılık ve hassasiyetleri en önemli değerlerini oluşturan Türkiye için yeni öngörüler ve perspektiflere ihtiyaç olduğunu ortaya koymaktadır.

Çok partili demokratik sisteme geçişten itibaren çok çalkantılı dönemlerden geçen ülkemiz için Avrupa birliğine katılım hedefi uzun bir ulusal rüya haline gelmiştir. Birliğe katılımın önündeki ekonomik, sosyal ve kültürel açıdan yeterlilik kriterleri bilinmesine rağmen ulusal refleksimizi Mustafa Kemal Atatürk’ün daha Avrupa da birliğin hayali bile yokken bize göstermiş olduğu gelişme ve yükselme hedefine yoğunlaştırıp harcasaydık, bugün ulusal gerçeklerimize bile gölge oluşturur duruma gelmiş, kapısında bekletildiğimiz Avrupa birliğine giriş rüyası bu kadar uzun sürmezdi. Geldiğimiz bu noktada oluşan şartlar, ekonomik ve sosyal bütünlük hedefiyle başlayıp bugün ucu sonu belirsiz bir esneklik karmaşasına dönüşen birliğe dâhil olma sürecinde artık rüyadan uyanarak gerçeklerle yüzleşmenin zamanı geldiğine işaret etmektedir.

Dikkatimizi ülkemizin ekonomik gelişmişlik ve sosyal şartlarıyla Avrupa birliği ülkelerinin ülkemizi algılama biçiminden kaynaklanan engeller ve sebeplere çevirmek zorundayız. Ne olursa olsun anlayışıyla birlik kapısını zorlama ısrar ve inadımız devam ettiği takdirde, önceleri oyalama, daha sonra kapıda bekletilme süreci, bundan sonra daha sinsi politika ve bahanelerinde geliştirilip uygulamaya konulmasıyla sertleşecek engellerle artık bize azar ve şamar yeme alışkanlığı da kazandıracaktır.

Daha dün en azgın işgal anlayışı ile en acımasız savaşların tarafları iken globalleşme rüzgârıyla, Türkiye endeksli İslamiyet takıntısında görülen Hıristiyan birliği bağnazlığı arasındaki çelişkiye dikkatle bakıldığında, Türkiye’nin coğrafi üstünlüğü ile elinde tuttuğu kıtalar arası jeopolitik güç ve avantajlarla milli gurur ve hassasiyetlerinin önemli bir hazımsızlık nedeni oluşturduğunu görmemek mümkün değildir.

Hatta konuya tersten bakıldığında; önüne konulan kriterlerle adeta sınav çocuğu haline getirilen birliğe girmekte ısrarlı Türkiye’den ulusal kurtuluş savaşı yenilgisiyle Kıbrıs öcünün alınmasının bundan daha çağdaş yönteminin olmayacağı bile akla gelmektedir.

Samimiyetle belirtmek isterim ki’ kilitlenmiş olduğumuz Avrupa birliği hedefinin sürekli şekil değiştiren, mesafe uzatan engellerle sonu gelmez azarlanma ve denetlenme süreci daha fazla uzadığı halde Avrupa birliğine alternatif teşkil edecek,

Bir “ulusal gelişme ve kalkınma” ülküsü yaratacak silkinme refleksini göstermenin zamanı geçirildiği takdirde artık sertleşecek şamarların ulusal gururumuzu aşındırıp toplumsal algılama sağırlığı ve şuur kaybı yaratma tehlikesi top yekûn hepimiz için kaygı nedeni olmalıdır.

Bu tespiti haklı çıkaracak sebeplerden örnek vermek gerekirse; bugün dahi toplumsal olarak heyecan duyup duygulandığımız sebepler bundan 80 yıl öncesinin kazanımlarına dayanmakta ve o yücelikleri aşacak çapta yaratıcılık basireti yerine bizi bundan sonraki 80 yıllara taşıyacak gücü,

Yaklaşımları gurur ve hassasiyetimizi zedeleyen Avrupa birliği kapılarında arama eğilim ve kolaycılığı ulusal politika haline gelmişse bu durum tabi ki gelecekte bizi ayakta tutacak değerler açısından kaygı nedeni olmalıdır.

Ülkemiz Türkiye büyük bir dünya ülkesidir. Dünya ile bütünleşmeli, evrensel değerlere en az ulusal değerleri kadar hassasiyeti olmalı, özellikle çağdaş uygarlığın merkezi olan Avrupa ile entegre olmalı.

Bugün 73 milyon nüfusu ile doğudan batıya geniş yelpazede sınır güvenceli istikrar ve değerler ülkesi olan Türkiye dışa açık olmalı, çağdaş ve evrensel olmalı. Ama salt ekonomik kazanımlar elde edeceğiz diye dünyada hiçbir ülke ve toplumda olmayan ulusal gücünü aldığı değerlerinde aşınmaya sebep olacak şuur kaybına hiçbir zaman razı olmamalı.

Avrupa birliği ile gelinen noktada bu hususun ulusal irdeleme konusu yapılmasına ihtiyaç vardır.

Geriye doğru tarihsel bir analiz yapılarak, Avrupa birliğinin ekonomik ve sosyal gelişme ekseninde vardığı aşamanın bugün birliğe giriş kriterlerine esas teşkil eden gelişmenin uzun bir toplumsal ve siyasi iradeye dayandığı algılamasıyla, ortaklık ilişkisinin hukuki hükümlerine dayanan kapıyı zorlama inadımızı sürdürmek yerine, önümüze konulan kriterleri teşkil eden gelişme yetersizliğinin toplumsal ve siyasal sebepleri üzerinde eğilme dikkat ve hassasiyeti geliştirmenin daha doğru olacağını görmeliyiz.

Gümrük birliği anlaşmasıyla, zaten tek taraflı bir ekonomik teslimiyet ilişkisi içerisinde bulunduğumuz Avrupa birliği karşısında engel oluşturan sebepler iyi tahlil edilmeli, Asya ve Avrupa’nın ortasında çok önemli jeopolitik üstünlük konumuna sahibiz ama ekonomide ticaret de gelişme yetersizliğimiz var,

İnsani yaşam kalitemiz 120 ülke arasında 96 sırada. Kalite standardının uzağındayız, her on yılda yaşanan ekonomik krizlerin uzağında değiliz, ürettiğinden fazlasını tüketen toplumsal eğilimin esiriyiz.

Neredeyse toplam nüfusun yüzde 45 ini besleyen tarımı yok edecek üretim budamasıyla mesleksizler transferine sebep olan şehre göçü,

Sanayileşme ve kentleşme ölçüsü kabul ediyoruz, göz bebeği ulusal tesislerimizi satıp savıp, borsa döviz faiz üçgenli ekonomik denge politikasında istikrar arıyoruz, ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde ellinin altında, cari açığı dış fonlarla finanse ediyoruz

Sağlıkta adalette yatırım kısıtlaması ile bütçe başarısı sürdürüyoruz. Bütçemizin ana kalemlerini yatırımlar değil faiz ve sosyal güvenlik açıkları oluşturuyor. Yeni fabrikalar açmıyoruz, tarımda ürün artışı yerine kısıtlamalara gidiyoruz, kendi ülkemize en pahalı enerjiyi kullandırırken Yunanistan’a daha ucuz fiyattan enerji köprüsü oluyoruz.

Tarımda kısıtlamaya giderken yeni barajlar inşa ediyoruz., en pahalı barajdaki su kuruması karşısında sosyal yaşam ve sanayi ilkelliğine düşüyoruz. Verimliliği, tasarrufu, katma değer yaratma erdemini, ulusal ürün üretip tüketme ülküsünü çoktan unuttuk, düşük kur yüksek faiz sarmalındaki avantaya endeksli yabancı fon ve sermaye hareketiyle istikrarlı büyümenin avuntusu içerisinde elbette ki durumumuzun giriş kriterlerine uymadığı açık ve aşikâr’dır.

Kaldı ki; kıstas edenleri haklı çıkaran bu göstergelerimizin yanı sıra onların gizli takıntısını oluşturan dini ölçüler de benim bu yöndeki karamsarlığıma haklılık kazandıran sebeplerden bir başkasıdır.

Eğer mevcut güç ve dengelerimiz birliğe giriş kriterleri karşısında yeterli değilse bizim neyi kuvvetle istediğimiz hiç de önemli değildir. Ben bir Avrupa birliği karşıtı olmadığım gibi Avrupa birliğinin bizim için zedeleyici olduğuna dikkat çektiğim irdeleme ve hassasiyetini de yadırgamıyorum.

Bulunduğu bölgede en elverişli ekonomik ve sosyal gelişme kapasite ve potansiyeline sahip olup, geçmişten aldığı mirasta üstün bir yükselme kültürüne sahip olmasına rağmen kendisini önüne konulan kriterlerin üzerine çıkaracak gelişme başarısını gösterememişse önemsizlik durumuna düşmek ve geri itilmek her ülke ve toplumun kaçınılmaz yazgısıdır.

O nedenle Avrupa birliği ilişkilerinde özellikle ulusal değerlerde görülecek zedelenmenin toplumsal maliyeti üzerine dikkat çekmeye çalışıyorum.

Bugün çevremize baktığımızda; önemsiz ve değersiz duruma düşmenin sebeplerini yakın bölgemizde görmek mümkündür.

Turizm kenti olan Kuşadası bundan otuz yıl önce turizmin ülkemizde gelişmeye başladığı yıllarda sahip olduğu potansiyel, itibar ve vizyonu ile İstanbul’dan sonra ikinci sırada öneme sahipken uğradığı hoyrat imar yağması istilası sonucu tur operatörlerinin broşürlerine koymadığı, magazin programlarında hava tahmin haberlerinde bile adı yer almayan önemsiz kent haline gelmiştir.

Peki, bu kenti dünya turizm gereklerine ve çağdaş kentleşmeye uygun geliştirmenin engeli neydi ki şimdi bu hiçbir zaman telafisi mümkün olmayacak çöküntüye maruz kalmıştır.

İşte buradan yola çıkarak biz ne kadar istesek de Avrupa birliği ile aramızda engel oluşturan sebepleri iyi kavramalıyız. Kriterleri aşmanın bir tek çaresinin ulusal değerlerimizden güç alarak her türlü sıkıntıyı göğüsleyen bir toplumsal iradeyle kalkınmayı gerçekleştirecek çalışmaya bağlı olduğu anlaşılmalıdır. Bunun için Avrupa birliğinin dayatma ve zorlamasını beklemeye de gerek yoktur.

Bir düşünelim; Avrupa birliği ile ortaklık anlaşmasının imzalandığı tarihten buyana neredeyse yarım yüz yıl geçti bu süreçte hem ülkemizde hem de birlik topluluğu ülkelerde sayısız değişimler yaşandı. Gelinen bu nokta da bize haksız gelen karşı taraf algılamasındaki dağınıklık kadar toplumumuzun değişik kesimlerince farklı beklentilere dayalı Avrupa birliği isteğinin yeni tahlillere tanınmaya ihtiyacı vardır.

Bizdeki algılamanın aksine Avrupa birliği işsizler için ne kolay iş bulunan bir imkân ortamıdır, nede toplumlara doğrudan refah üreten kolay şemsiyedir. Sadece verilen örnekte ki Kuşadası gibi dünya cenneti değerlerinin yağmalanmasına paydaş olmama duyarlılığıdır.

Bu birlik insani yaşam disiplininin toplumsal gelişmeye dinamizm sağladığı yükümlülükler kültürüdür. Bu açıdan da ülkemizde iyi tanınmasında fayda vardır, zaman içindeki değişimleri de hesaplayan bir takip ve titizlik anlayışı ile.

Doc. Dr. Feyzullah AYADENK

Paylaş Facebook Twitter E-Mail Whatsapp
Bize Ulaşın

Oteliniz Çağrı Danışmanlığı Hizmeti istekleriniz için bizlere ulaşabilirsiniz...